1918 grip salgını sağlıklı genç bireyleri orantısız bir şekilde etkilemedi

1918 grip salgını kurbanlarının kalıntılarının analizi, gribin öncelikle sağlıklı genç yetişkinleri etkilediği yönündeki yaygın inanışa meydan okuyor. Zamanın doktorları, sağlık durumu ne olursa olsun herkesin gribe eşit derecede duyarlı olduğuna inanıyordu. Ancak McMaster Üniversitesi ve Colorado Boulder Üniversitesi tarafından yakın zamanda yürütülen bir araştırma, bu inancı destekleyecek hiçbir bilimsel kanıtın bulunmadığını ortaya koyuyor. Araştırma ekibi kurbanların ölüm yaşını analiz etti ve iskelet kalıntılarını inceledi; gripten ölme olasılığı en yüksek olanların daha önce çevresel, sosyal ve beslenmeyle ilgili stres belirtileri sergilediğini buldu.

Çalışma, sosyal, kültürel ve immünolojik koşullarımızın birbirine bağlılığını ve bunların geçmişte bile insanların yaşamlarını ve ölümlerini nasıl şekillendirdiğini vurguluyor. COVID-19 salgını aynı zamanda sosyal ve kültürel geçmişimizin hastalıklara karşı savunmasızlığımızı nasıl etkileyebileceğini de gösterdi. 1918 salgınına ilişkin araştırma, öncelikle genel sağlığı etkileyebilecek önceden var olan koşullar veya kronik stres etkenleri hakkında bilgi içermeyen tarihsel belgelere dayanıyor.

Araştırmacılar, çalışmalarını yürütmek için Hamman-Todd Belgelenmiş İskelet Koleksiyonu’ndaki 369 bireyin iskelet kalıntılarını incelediler. Bu kişiler 1910 ile 1938 yılları arasında ölmüştü, bir kısmı da grip salgını sırasında ölmüştü. Araştırmacılar, pandemik kurbanların bacaklarını yaralanmalar veya yeni kemik oluşumu gibi stres göstergeleri açısından inceleyerek, onların hassasiyetine katkıda bulunabilecek altta yatan koşulları belirleyebildiler.

Irkçılık ve kurumsal ayrımcılık, COVID-19 salgınında görüldüğü gibi bu etkileri daha da kötüleştirebilir. Örneğin, Londra’daki siyah topluluklarda, daha önce çevresel, beslenme ve hastalık kaynaklı stres etkenleriyle karşı karşıya kalan bireylerin, sağlıklı yaşıtlarına kıyasla gripten ölme olasılıkları daha yüksekti. Bu bulgular o dönemdeki anlatılar ve anekdotlarla çelişiyor ve tarihi olaylara ilişkin anlayışımızı yeniden değerlendirme ihtiyacını vurguluyor.

Genel olarak bu çalışma, çevresel, sosyal ve beslenme faktörlerinin bulaşıcı hastalıklara karşı savunmasızlık üzerindeki etkisine ilişkin değerli bilgiler sunmaktadır. İnsanların yaşamlarının daha geniş bağlamını ve sağlık sonuçlarını şekillendiren toplumsal faktörleri dikkate alarak, tarihsel olayların kapsamlı bir şekilde anlaşılmasının gerekliliğini vurgulamaktadır.

Bir yanıt yazın